(1) Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir.
Hâkimin, uyuşmazlığın aydınlatılması bakımından neler yapabileceğinin hüküm altına alındığı bu madde, 1086 sayılı Kanunun 75 inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarını karşılamaktadır. 75 inci maddede, “iki tarafın iddiaları hududu dahilinde olmak üzere” şeklinde ifade edilen husus “uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda” ibaresi kullanılarak ifade edilmiştir. Bu düzenlemeye göre, hâkimin ancak bu hâllerde, taraflardan açıklama isteme, soru sorma ve delil göstermelerini isteme yetkisi vardır.
Maddede, hâkimin maddî anlamda davayı sevk yetkisi düzenlenmektedir. Mukayeseli hukuktaki gelişim sonucu, günümüzde, bununla hâkimin taraflara sorular sorma, işaret ve müzakere etme ödevi anlaşılmaktadır. Bununla hâkim, olayın ve hukukî uyuşmazlığın olgusal ve hukukî boyutlarını gerekli olduğu ölçüde taraflarla birlikte ele alabilecek, tarafların zamanında uyuşmazlığın çözümü için önemli vakıaların tamamı hakkında açıklama yapmalarını, özellikle ileri sürülen vakıalardaki eksiklikleri tamamlamalarını, delilleri ikame etmelerini ve gerekli talepleri ileri sürmelerini sağlayabilecektir.
4. Hukuk Dairesi 2020/1075 E. , 2020/4067 K.
Davacılar … ve diğerleri vekili Avukat … tarafından, davalılar … ve … aleyhine 16/04/2014 gününde verilen dilekçe ile trafik kazası sonucu ölüm ve yaralanma nedeniyle manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 29/12/2015 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davacılar vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.Dava, trafik kazası sonucu oluşan ölüm ve yaralanma nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davacıların talebinin kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.Davacılar vekili; davalılardan …’nın maliki olduğu, diğer davalı …’un sevk ve idaresindeki araç ile davacıların murisi …’in kullandığı aracın çarpışması suretiyle meydana gelen trafik kazasında, sürücü …’in vefat ettiğini, aynı araç içerisinde bulunan davacılardan …, …, …, …, … ve …’in yaralandığını, davaya konu kazanın davalı sürücü …’un kusuruna dayandığını belirterek manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Davalılar, davanın reddi gerektiğini savunmuşlardır.
Mahkemece, davaya konu ceza yargılaması, olayın oluş şekli, tarafların kusur durumu ile sosyal ve ekonomik durumları dikkate alınarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
6100 sayılı HMK’nın “Hâkimin Davayı Aydınlatma Ödevi” başlıklı 31/1. maddesi “Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir.” şeklinde düzenlenmiş olup, aynı Kanunun 297/2. maddesinde ise; “hükmün sonuç kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” denilmektedir. Davacılar dava dilekçesi ile meydana gelen trafik kazasında bir kısım yakınlarının öldüğünü ve yaralandığını, keza kendilerinin de aynı trafik kazasında yaralandığını belirterek manevi tazminat isteminde bulunmuş olmakla birlikte söz konusu yaralanmalar ve ölümler nedeniyle hangi davacının ne miktarda tazminat talep ettiği hususu açık değildir. Şu durumda, davacıların kendi ve yakınlarının yaralanmaları, ayrıca yakınlarının vefatı nedeniyle talep ettikleri manevi tazminat miktarları mahkemece ayrı ayrı açıklattırılarak, bu açıklamaya göre hükmedilecek manevi tazminat miktarlarının tayin ve tespit edilmesi gerekirken, söz konusu talepler açıklattırılmadan yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya uygun düşmemektedir. Kararın açıklanan nedenle davacılar yararına bozulması gerekir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenle davacılar yararına BOZULMASINA, bozma sebebine göre davacıların hükmedilen manevi tazminat miktarı ve vekalet ücretine ilişkin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 19/11/2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.
8. Hukuk Dairesi 2019/1294 E. , 2019/4233 K.
Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kısmen kabulüne, davacı tarafın fazlaya ilişkin taleplerinin reddine karar verilmiş olup, hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtayca incelenmesi davacı vekili ile davalı vekili tarafından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 20.11.2018 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü temyiz eden davacı vekili Avukat … ile davalı vekili Avukat … geldiler. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanların sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek; dosyanın incelenmesi sonucu görülen eksikliklerin ikmali için dosyanın mahal mahkemesine iadesine karar verilmesini takiben eksiklik tamamlanmış olmakla dosya yeniden incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR
Davacı … vekili, boşanma davası ile birlikte açılan davada dava dilekçesinde, taraflar arasındaki mal rejiminin sona erdirilmesi için davalı adına kayıtlı bulunan menkul-gayrimenkul malvarlığının, her türlü gelirlerinin ve şirket gelirlerinin saptanmasından sonra bilirkişi incelemesi yapılarak saptanacak artık değerin yarısı üzerinden davacının alacağının ve değer artış payının tahsiline karar verilmesini istediklerini açıklayarak, mal rejiminin tasfiyesi amacıyla fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak ve malvarlığının tespiti ile tasfiye alacağının saptanmasından sonra arttırılmak kaydıyla şimdilik 10.000 TL tasfiye alacağının dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş, harcını da yatırdığı ıslah dilekçesi ile talebini fazlaya ilişkin haklar saklı olmak üzere 3.000.000 TL olarak ıslah etmiştir.
Davalı … vekili, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne, 2.012.500 TL katılma alacağının karar tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsiline, davacı tarafın fazlaya ilişkin talebinin reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı vekili ile davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı vekili dava dilekçesinde, davalı adına kayıtlı bulunan menkul-gayrimenkul malvarlığı, her türlü gelirleri ve şirket gelirleri yönünden malvarlığının tespiti ile tasfiye alacağının saptanmasından sonra arttırılmak kaydıyla şimdilik 10.000 TL tasfiye alacağı talebinde bulunmuştur. Davacı vekili tefrik sonrası sunduğu 21.01.2013 tarihli dilekçede, davalının 2002 yılından önce evlilik sırasında elde ettiği mallarda davacının katkısı bulunduğunu, bu nedenle davalı adına kayıtlı banka hesaplarındaki birikimlerde, sair menkul ve gayrimenkul malvarlığı değerlerinde davacının katkı payı alacağı, ayrıca davalının edinilmiş mallara katılma rejimi döneminde edinilen malları üzerinde davacının katılma alacağı ve değer artış payı alacağı olduğunu, evlilik birliği içinde Sarıyer, Bodrum ve Çekmeköy’de üç adet taşınmaz edinildiğini, davalıya çalıştığı işyerlerinden yapılan ödemeler olup, davalıya ait banka hesaplarının kayıtları ile adına kayıtlı araçların kayıtlarının getirtilmesi, ayrıca 3.kişilere karşılıksız kazandırmaların da değerlendirilmesi gerektiğini açıklayarak katkı payı alacağının belirlenmesine, malların tasfiyesine ve edinilmiş mallara katılma rejimine göre paylaştırılmasına, bu amaçla davalının tüm malvarlığı ve gelirlerinin tespitinden sonra bilirkişi incelemesi yapılarak saptanacak artık değerin yarısı üzerinden davacının alacağının ve değer artış payının ve katkı payı alacağının saptanmasından sonra arttırılmak kaydı ile şimdilik 10.000 TL katkı payı, katılma alacağı ve değer artış payı alacağının davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir. 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nin 107.maddesinde düzenlenen belirsiz alacak davası, dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunmadığından dava, 10.000 TL’lik kısmi dava olarak açılmış olup, davacı vekili harcını da yatırdığı 18.05.2016 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini fazlaya ilişkin haklar saklı olmak üzere 3.000.000 TL olarak ıslah etmiştir. Mahkemece, kararın gerekçe kısmında dava konusu Sarıyer, Bodrum ve Çekmeköy’deki taşınmazlar yönünden değerlendirme yapılmak suretiyle 2.012.500 TL katılma alacağının davalıdan tahsiline, davacı tarafın fazlaya ilişkin talebinin reddine karar verilmiştir.
“Hakimin davayı aydınlatma ödevi” başlıklı HMK’nin 31. maddesi” Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir, soru sorabilir, delil gösterilmesini isteyebilir.” hükmünü amirdir. Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, davacı taraf hangi malvarlıklarına ilişkin olarak ne miktar ve ne tür bir alacak talebinde bulunduğunu açıklamadığı gibi mahkemece de açıklattırılmamıştır. Mahkemece, davanın tam olarak hangi malvarlıklarına ve mal rejiminden kaynaklanan ne tür ve ne miktar alacak isteğine ilişkin bulunduğu kalem kalem belirlenip miktarları somutlaştırılmadan, dava konusunun ne olduğu tam olarak tespit edilmeden, davacıya talepleri açıklattırılmadan, işin esasının incelenmesi doğru olmamıştır.
Bundan ayrı, davalı taraf, banka hesaplarındaki miktarların kişisel malı olduğunu savunmuş, davacı taraf ise davalının banka hesaplarını boşalttığını, ayrıca dava dışı Kadıköy’deki taşınmazın kredi ile satın alındığını ve kredi ödemelerinin evlilik birliği içinde yapıldığını iddia etmiştir. Mahkemece davalıya ait tüm banka hesaplarının ilk açıldıkları tarihten itibaren bütün kayıtları getirtilmemiştir. Kısmen getirtilen kayıtlar üzerinde dahi 01.01.2002 tarihi öncesi ve sonrası hesapların durumu, birbirleriyle irtibatlı olup olmadıkları, boşanma dava tarihinden önce hesaplardan çekilen paralar olup olmadığı konusunda uzman bilirkişi veya bilirkişi kuruluna ayrıntılı inceleme yaptırılmadan, TMK’nin 229.maddesi göz önünde bulundurulmadan, davacı ve davalının ileri sürdükleri hususlar gözetilmeden, banka hesaplarının mal rejiminin sona erdiği boşanma dava tarihi itibariyle durumu üzerinden değerlendirme yapılması doğru olmadığı gibi, davacının kredi kullanım iddiası ile ilgili 19.04.2016 tarihli dilekçede bildirdiği bankalar nezdinde inceleme ve araştırma yapılmaması, varsa krediye ilişkin belgelerin getirtilmemesi de doğru değildir.
Mahkemece yapılması gereken iş, HMK’nin 31. maddesi uyarınca, davacıdan mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan alacak isteğinin, hangi malvarlığı için, ne tür ve ne miktar olduğu konusunda bütün mallar için ayrı ayrı açıklama dilekçesi ile ortaya konulması istenildikten sonra, tasfiyeye konu mallara ilişkin tüm kayıtlar eksiksiz bir şekilde getirtilerek, iddia ve savunma çerçevesinde toplanmış ve toplanacak olan tüm deliller tasfiyeye konu edilen her bir malla ilgili ayrı ayrı değerlendirilip, tartışılarak, talep miktarı ve tarafların kazanılmış hakları da gözetilerek hasıl olacak sonuca göre bir karar vermekten ibarettir.
SONUÇ: Davacı vekili ile davalı vekilinin temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde olduğundan kabulüyle hükmün HMK’nin Geçici 3. maddesi yollamasıyla ve HUMK’un 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre tarafların diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, Yargıtay duruşmasının yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan avukatlık asgari ücret tarifesi hükümleri uyarınca 2.037,00 TL avukatlık ücretinin davacıdan alınarak Yargıtay duruşmasında avukat marifetiyle temsil olunan davalıya verilmesine, Yargıtay duruşmasının yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan avukatlık asgari ücret tarifesi hükümleri uyarınca 2.037,00 TL avukatlık ücretinin davalıdan alınarak Yargıtay duruşmasında avukat marifetiyle temsil olunan davacıya verilmesine taraflarca HUMK’un 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin alınan harcın istek halinde temyiz edenlere ayrı ayrı iadesine 17.04.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
9. Hukuk Dairesi 2020/3166 E. , 2020/10213 K.
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraf vekillerince istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı isteminin özeti: Davacı, kıdem ve ihbar tazminatı ile bir kısım işçilik alacağının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı cevabının özeti: Davalı, davanın reddini talep etmiştir.
Mahkeme kararının özeti: Mahkemece, yapılan yargılama sonucunda yazılı gerekçeyle davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar verilmiştir.
Temyiz: Karar, taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, tarafların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Taraflar arasındaki uyuşmazlık davacının hesaplamaya esas alınan hizmet süresi konusundadır. Somut olayda, davacı taraf dava dilekçesinde 18.07.2000 tarihinde davalı işyerinde işe başladığını beyan etmekle birlikte dosyaya daha sonra sunduğu dilekçelerde işe başlangıcının 01.06.1992 olduğunu belirtmiştir. Mahkemece, davacı işçinin davalı işverendeki hizmet süresine esas olarak 18.07.2000-28.05.2011 tarihleri arası kabul edilmiştir. Dosya içeriğinden, davacıya ilişkin olarak 29.06.1992 tarihli işe giriş bildirgesinde davalıda işe başlamasının 01.06.1992 tarihi olduğu, hizmet döküm cetvelinde de davacı işçinin davalı işverendeki çalışmasının başlangıcının 1992/3 dönemi olduğu görülmektedir. Dairemizce dosyadaki eksikliklere ilişkin olarak Mahkemeye yazılan yazıdan sonra SGK tarafından dosyaya gönderilen 10.02.2020 tarihli yazıda, davacının davalı işyerinde 16.10.1992- 28.05.2011 tarih aralığında çalıştığının tespit edildiği belirtilmiştir.
Dosya kapsamına göre, davacı işçinin davalı işyerinde işe başlangıcının 18.07.2000 tarihinin değil 01.06.1992 tarihinin olduğu kanıtlanmakla birlikte hizmet döküm cetvelinde 1992/03 döneminden itibaren davalı işyerinde çalışmasının görülmesi ile SGK yazısında 16.10.1992 tarihinin belirtilmesi ve daha sonraki dönemlerde de hizmet süresi içerisinde bir kısım çalışılmayan dönemlerin olması karşısında davacı işçinin hizmet süresinin hizmet döküm cetvelinde geçen sürelerle sınırlı olarak belirlenmesi gerekmektedir. Eksik inceleme ile yazılı şekilde verilen karar hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
3-Taraflar arasında işçiye ödenen aylık ücretin miktarı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. Somut olayda; davacı işyerindeki son ücretinin net 1.350,00 TL maaş olduğunu iddia etmiş, davalı işveren ise asgari ücretle çalıştığını savunmuştur. Mahkemece, bilirkişi tarafından tanık beyanları dikkate alınarak davacının ücretinin brüt 1.350,00 TL olduğu kabul edilerek yapılan hesaplamalara itibar edildiği görülmektedir. Yargılama esnasında dinlenilen davacı tanığı … davacının 1.350,00 TL ücret aldığını beyan ederken davalı tanığı … ise 1.300,00 TL ücret aldığını beyan etmiştir. Taraf iddia ve savunmaları, tanıkların beyanları ile tüm dosya içeriğine göre, davacının son aldığı ücret 1.350,00 TL brüt değil 1.350,00 TL net olarak kabul edilmeli, davacı tarafça talep edilen alacaklar bu ücrete göre belirlenmelidir.
4-Davacının yıllık izin ücreti alacağı olup olmadığı da taraflar arasında bir diğer uyuşmazlık konusudur. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 59. maddesinde, iş sözleşmesinin, herhangi bir nedenle sona ermesi halinde, işçiye kullandırılmayan yıllık izin sürelerine ait ücretlerin son ücret üzerinden ödeneceği hükme bağlanmıştır. Yıllık izin hakkının ücrete dönüşmesi için iş sözleşmesinin feshi şarttır. Bu noktada ilişkinin sona erme şeklinin ve haklı olup olmadığının önemi bulunmamaktadır. Yıllık izinlerin kullandırıldığı noktasında ispat yükü işverene aittir. İşveren yıllık izinlerin kullandırıldığını imzalı izin defteri veya eşdeğer bir belge ile kanıtlamalıdır. Bu konuda ispat yükü üzerinde olan işveren, işçiye yemin teklif edebilir. Sözleşmenin feshi halinde kullanılmayan yıllık izin sürelerine ait ücret işçinin kendisine veya hak sahiplerine ödenir. Böylece, iş sözleşmesinin feshinde kullanılmayan yıllık ücretli izin hakkı izin alacağına dönüşür. Bu nedenle zamanaşımı da, iş sözleşmesinin feshinden itibaren işlemeye başlar. Yıllık izin hakkı anayasal temeli olan bir dinlenme hakkı olup, işçinin iş sözleşmesinin devamı sırasında ücrete dönüşmez ve bu haktan vazgeçilemez. İşçinin iş sözleşmesinin devamı süresinde kullanmadığı yıllık izinlere ait ücreti istemesi mümkün değildir. Bu nedenle, işçinin iş sözleşmesinin devamı sırasında izin hakkının bulunduğunun tespitini istemesinde hukuki menfaati vardır. Somut uyuşmazlıkta, hükme esas alınan bilirkişi raporunda davalı işyerinde 10 yılı aşkın çalışması olduğu tespit edilen davacının tüm çalışma süresi boyunca hak ettiği yıllık ücretli izin süresinin 170 gün olduğu belirlenmiş, dosyada mevcut Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Ankara Bölge Müdürlüğünün 06.07.2011 tarihli yazısında kullanıldığı belirtilen (davacı tarafça da kullanıldığı beyan edilen) 17 günlük izin dikkate alınarak 153 gün yıllık izin ücretine hak kazanabileceği kabul edilerek yapılan hesaplamaya göre karar verilmiştir. Davacının uzun yıllar (10 yıl boyunca) sadece 17 gün yıllık ücretli izin kullanarak çalışması hayatın olağan akışına aykırı olduğundan, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 31. maddesi uyarınca hakimin davayı aydınlatma ödevi çerçevesinde; mahkemece, davacı asil çağrılarak yıllık izinlerle ilgili beyanının alınmasından sonra sonucuna ve tüm dosya kapsamına göre değerlendirme yapılarak bir karar verilmelidir.
5-Taraflar arasında ıslaha karşı zamanaşımı def’i konusunda da uyuşmazlık bulunmaktadır. Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliğini ortadan kaldırır.
Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir. 4857 sayılı Kanundan daha önce yürürlükte bulunan 1475 sayılı Yasada ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir.
Ancak bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacakları, Borçlar Kanununun 126/1 maddesi (6098 sayılı TBK 147) uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir. 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7 nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447 inci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı yasanın 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir. Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def’i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319 uncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı def’i cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin ileri sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir.
Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı def’inde bulunulabileceği kabul edilmelidir. Somut olayda dosya içeriğine göre; 25.02.2016 tarihli celsede davalı vekiline ıslah dilekçesinin tebliğ edildiği belirtilmiş ve ıslaha beyanda bulunmak üzere davalı vekiline süre verilmiştir. Bunun üzerine, davalı vekili tarafından 03.03.2016 havale tarihli dilekçe ile süresinde zamanaşımı def’inde bulunulduğu görülmektedir. Ancak buna rağmen, mahkemece fazla çalışma ücreti alacağı yönünden davalı vekilinin ıslaha karşı zamanaşımı def’i dikkate alınmadan hüküm verilmiş olması hatalı olup bir diğer bozma nedenidir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgililere iadesine, 01.10.2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.